“The Vigil” — Korku Sinemasında Musevi Kültürü

Hakan Özerdem
4 min readNov 11, 2021
Dave Davis, Keith Thomas’‘ın yönettiği “THE VIGIL” filminde “Yakov Ronen” rolünde. (IFC Midnight izniyle)

Musevi temalı korku filmleri pek bilinmez, özellikle Katolik mitlerine veya diğer Hıristiyan folklorüne dayananlara göre çok daha nadir bulunurlar. Bunun nedeni, film yapımcılarının seyircilere Yahudi karşıtı görünmekten korkmaları mı, yoksa Musevi kitlenin gelenekleri hakkında çok korumacı mı olduğu farklı bir tartışma konusu olsa da, sinema dünyasındaki Museviler, daha az “etnik” görünmek için isimlerini değiştirme konusunda uzun süredir baskı hissetmişlerdir, ki bu farklı isim kullanımları ülkemizde de yaygındır. Leon yerine Lemi, Ytzhak yerine İsak gibi isimlerle tanıdığımız, ve dini kimliklerinin farkına varamadığımız bir çok Musevi cemaatten kişi ülkemizde de yaşamaktadır. Holokost gibi hassas bir konu bile, özellikle savaş filmlerinde bir Yahudi bakış açısıyla uzun seneler işlenememiş, işlendiklerinde de çok daha hassasiyet gösterilmiştir. Nedendir bilmem, ama uzun bir süredir beslediğim nahoş bir şüphedir bu görüş. Haksız olmayı ne denli dilesem de, yıllar içinde çevremde tanıdığım Musevi cemaatten birçok kişi ile ne zaman bu konu geçse, söylemleri bu şüpheyi destekler niteliktedir. Bir kısmı da, özellikle dini konulardaki kurumsal yapının geleneklerine hassasiyetlerine değinmiştir.

Yine de, Pi (1998) gibi Yahudi mitolojisinin zengin cevherine korku ve gerilim filmlerinde az da olsa yer verilmiş, ve çok başarılı yapımlar da karşımıza çıkmıştır. Bu benim açımdan gayet iyi bir şey, çünkü Yahudi folklorunda çok sayıda korkunç varlık bulunmaktadır. Bir türlü ölemeyen ve neden ölümsüz olduğu bir türlü açıklanamayan Mike Myers’dan sıkılmaya başladıysanız, bu tür cevherlerin değerini daha da iyi anlamaya başlayabilirsiniz. Ve son dönem filmlerinde, David S. Goyer/Michael Bay filmi The Unborn (2009) ve Ole Bornedal/Sam Raimi filmi The Possession’da (2012) görüldüğü gibi, “dibuk” adı verilen kötü niyetli hayaletler, veya “golem” olarak bilinen, en belirgin şekilde İsrail yapımı “The Golem” filminde (2018) gösterilen topraktan hayat bulan canavarlar yer almışlardır.

Şimdi de elimizde bir “mazzik” var, “The Vigil” isimli 2021 yılında yayınlanan filmde yer alan doğaüstü kötü ruh. Keith Thomas’ın ilk yönetmenlik denemesinde yazıp yönettiği “The Vigil”, Yahudi mitolojisinin insanlara günlük yaşamlarında bir çok farklı şekilde işkence edeceğini öğrettiği görünmez bir şeytana odaklanıyor. Film aynı zamanda Yahudi kültürünün ikinci bir geleneğini de içermektedir. “Shemira” denilen bu uygulama birinin, yakın zamanda ölen bir kişinin cesedini ölüm anından gömülene kadar izlemesidir, ve öteki dünyaya rahat geçtiğinden emin olmak için yapılan dini bir ritüeldir.

Bu iki unsuru kullanan, “Nöbet” aslında basit bir hikayedir. Yakov Ronen (Dave Davis) adlı eski bir Hasidik Yahudiden, arkadaşı Reb Shulem (Menashe Lustig) ölen bir cemaat üyesi için shomer (shemira yapan biri) olması istenir. Brooklyn’in Hasidic Borough Park semtinde ölen Holokost mağduru, merhumun dul eşi Bayan Litvak (Lynn Cohen) tarafından uyarılmasına rağmen işi kabul eder. Çok geçmeden, bir mazzik ona psikolojik ve fiziksel olarak eziyet etmeye başlar, bu eylemler filmin yayın süresinin büyük bölümünde yer alır.

Bir korku filmi olarak “The Vigil”, “Midsommar” gibi bir başyapıtın niteliksel olarak gerisinde kalsa da, yeniden çekilen “Pet Sematary” gibi vasatlıklara göre kat be kat iyi bir film. Çünkü bu filmi özünde ilginç kılan, pek çok detay sayabilirim. Birincisi, karakterlerin genellikle, Holokost sırasında neredeyse yok olan, ancak giderek artan sayıda Hasidik Yahudi cemaatinde konuşulan bir dil olan Yidiş dilinde konuşması diyebilirim. Bir diğeri, Yahudi kültürünün izleyicilere açıklanma biçimidir. Örneğin Yakov’un kabul ettiği shomer görevi, korku filmi klişelerinde alıştığımız çzel bir durummuş gibi değil, gayet sıradan bir işmiş gibi işlenmekte. Bu tür dokunuşları şahsen severim, çünkü filmdeki gerçeklik duygusunu arttırdığını düşünürüm her daim. Thomas, bu tür dokunuşlarla aynı zamanda, korku olgusunu kan ve şiddete dayamak yerine, gitgide artan bir gizem ve gerilimle sunmayı tercih etmiş.

Aslına bakarsanız, “The Vigil” korkunçluktan çok, psikolojik travmaları ele aldığı yapısıyla, daha fazla ayrıntılı bir anlatımı hak etmekte. Örnek vermem gerekirse filmde tanıştığımız mazzik, Yahudilerin anti-Semitizm tarafından maruz bırakıldıkları Holokost sonrasında, yıllarca taşıdıkları travmanın bir alegorisidir. Mazzik’in işkenceleri elbette, vahşet ve zorbalık eylemlerinin tanık olduğu dehşetleri içerir, ancak bunlarla sınırlı değildir. Ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıklarında, insanlar genellikle kendi karakterlerindeki zayıflıkları — başkalarını feda edebilme, umursamama tavırlarını veya korkaklıklarını — ortaya çıkarırlar ve sonrasında utanç ve suçluluk duygusuna kapılırlar. Bu duygular, travmatik epizodlar meydana geldikten sonra yıllarca kurbanlarına tam anlamıyla işkence edebilir ve “The Vigil” bu durumu anlatım şekliyle, özellikle takdiri hak etmektedir. Thomas’ın hikayesinde, mazzik kurbanlarını seçmek için bu psişik acıdan beslenir. Bu, doğaüstü temanın, izleyiciyi zorlamadan kavrayabileceği bir çalışma haline gelmesine izin vermenin ustaca bir yoludur.

Bununla birlikte, “The Vigil” kusurları göz ardı edilebilecek bir film de değil. Çok fazla “jumpscare” klişesi kullanılmış ve izlerken bu anların geldiğini önceden kavrayabiliyorsunuz, ki bu da özellikle Türk Korku Filmerinde hissedeceğiniz “bir süre sonra korkmama” haline neden olmakta. Cohen, ürkütücü ama sempatik Bayan Litvak olarak harika bir iş çıkarırken, karakteri başka bir korku filmi klişesine düşürülmüş. Bu klişe de, ana karakterin (veya karakterlerin) korkunç bir kötülükle yüzleşmek üzere olduğunu bilmesine rağmen, sadece konuşan bir yan karakter olarak kalması. Doğrudan uyarmak yerine, kimi zaman manasızlığa kaçan gizemli bilmecelerle karakter ilginç gösterilmeye çalışılsa da, bir noktadan sonra sıkıcı gelebilmektedir. (Birisi için shomer görevini kabul etmemin, o kişiye 50 yıl boyunca işkence eden iblisi peşime takacağını söyleyen bir Alzheimer hastasına otomatik olarak inanacağımı söylemiyorum, ama yan karakterin bunu direk olarak söylemesi de daha gerçekçi olacaktır.) Son olarak, filmin tavan noktasında sorun olduğunu söylemem lazım. Duygusal olarak tatmin edici olsa da, biraz aceleye getirilmiş hissettirmekte ve senaryonun kağıt üzerinde çalıştığı, ancak uygulamanın biraz yavanlaştırdığı sahnelere benzemiş.

Bir nebze spoiler içerse de, bu yazdıklarım iyisiyle ve kötüsüyle, “The Vigil” filmini izlemenize engel olmasın lütfen. Hem korku sineması seyircisi hem de ekranda daha fazla Yahudi kültürünün temsil edilmesini görmek isteyenler için izlemeye değecek kadar başarılı, yeterince korkutucu ve şu ana kadar izlediğiniz bir çok filmden farklı bir çalışma. Thomas, belli ki gayet yetenekli bir yönetmen ve ilk filmi olarak “The Vigil” gayet iyi bir başlangıç filmi olmuş.

--

--

Hakan Özerdem

Gezgin, motosiklet ve bisiklet meraklısı, oğluna sevdalı bekar baba.