Javier Milei : Başarısız Ekonomiler ve Muhafazakarlığın Yükselişi

Hakan Özerdem
6 min readNov 22, 2023

--

Javier Milei, size deli görünebilir, ve bu görüşte yalnız olmadığınızı lise arkadaşları arasında “El Loco” yani deli, çılgın lakabıyla anılmasından anlayabiliriz. Ama bu deliliği, altında yatanları bilmeden yargılarsak, sadece saçmalamış oluruz. Bu yüzden önce Javier Milei karakteri hakkında kısa bir analiz yapmak, ardından da tarihte Javier Milei gibi karakterlerin isimlerini yazdırdıkları dönemlerin ekonomi ile ilişkisini irdelemekte fayda var.

Javier Milei Analizi ve Muhafazakarlığın Önlenemeyen Yükselişi
Javier Milei

Öncelikle Javier Milei, oldukça öfkeli bir karakter. Ağır travmaları olan, çocukluğunda ailesi tarafından şiddet ve istismara uğramış bir çocuk. 2018 yılında televizyonda talk show sunucusu iken ebeveynleri hakkında “Onlar benim için öldüler.” diyecek kadar öfke dolu hem de. Ailesinde yaşadığı bu travmatik dönemde, onu destekleyen sadece iki kişi var; küçük kız kardeşi Karina, ve anneannesi.

Babası otobüs şoförlüğünden, ulaşım sektöründe girişimciliğe yükselen birisi. Maddi durumları onları üst-orta sınıf olarak nitelendirebileceğimiz bir hayat sunacak derecede. Ve Milei, Buenos Aires’te Villa Devoto’da Cardinal Copello Okulunda eğitim görmüş, ardından özel bir üniversiteden ekonomist olarak mezun olmuş. Deliliği okul yıllarında da bilinirmiş, ama boş bir genç de sayılmazmış. Chacarita Juniors kulübünün genç takımında kaleci olarak futbol oynamış, ve Rolling Stones coverlayan bir grubta vokalistmiş. Hiç kız arkadaşı olmadığı söyleniyor, gerçi çok arkadaş canlısı biri olmadığı da o zamanlardan belliymiş.

Arjantin’in ekonomik durumu yıllardır malum bir çöküş halinde. Ve Arjantin halkı da, haliyle öfkeli. Çöken ekonomilerin temel unsurlarından biri olan toplumdaki gelir dağılımının bozulması, ve bir güruhun aşırı zenginleşirken, çoğunluğun aşırı yoksullaşması bu öfkeyi haliyle tetikliyor. Bu da, insanların kendileri gibi öfkeli, ve söylemek istediklerini fütursuzca dile getireni, ne kadar saçmalarsa saçmalasın güvenilir kılıyor diyebiliriz. Koyu Katolik olan, sonra da “başıma bilimin açıklayamayacağı bazı şeyler geldi” diyerek, “Yahudi” olmayı planlayan, danışmanlarının biri haham olan Milei’nin muhafazakar halkın desteğini almasını sadece bu derece yüzeysel bağlamlarda ele almak bizi çok yanıltacaktır.

Milei, Kongre görüşmelerine katılmayan, ama dışarıdan onların ne kadar işe yaramaz olduklarını söyleyen birisi. Yani pastadan pay almadığı için güvenilir görünürken, “Que se vayan todos” sloganını yarı dolu stadyumlarda bile atarken insanların (haklı) görüşlerini dile getiriyor. Aşırı sağ görüşleri, Arjantin Kongresine girdiği andan itibaren 1.5 yıldan fazla bir süre hiçbir projenin içine katılmıyor, inanmadığını açıkça söylüyor, ama en önemlisi (ve belki de dürüst görünüşünün en perçinleyen hamlesi) kendisine bağlanan milletvekili maaşını her ay takipçilerine çekilişle dağıtması olmuştur.

Masum gibi görünen, ancak psikologların incelemesi gerektiğini düşündüğüm bazı durumları eklemekte fayda var;

Bir yazar kendisine “telepati eğitimi aldıktan sonra, ölen köpeklerinden biri ile iletişime girmesi ve ondan ekonomi konusunda tavsiyeler alması” konusunu sorduğunda, “evde ne yaptığım beni ilgilendirir, ve eğer o tavsiyeleri aldıysam, bu tavsiyeler sayesinde şu anki ekonomistleri paspas yaparım” diyebiliyor.

Bir stadyum konuşmasında minnettar olduğunu söylediği 6 isim var. Birisi kız kardeşi Karina, diğerleri Conan, Murray, Milton, Robert ve Lucas isimli beş İngiliz mastif köpeği.

Bir panelde karşıt görüşlü birisi “Milei, kız kardeşi ve 8 köpeği ile aynı yatağı paylaşıyor” dediğinde ise “8 değil, 5 köpeğim var” diyor. Kız kardeş ile her akşam birlikte uyumak ne anlama gelir bilemem, yorumunu da yapamam, ancak çok da normal bir durum olmadığını düşünüyorum. Kimbilir? Belki, biz bağnazlık yapıyoruzdur, Arjantin’de normal karşılanıyordur.

Çelişkilerle dolu Milei, kast karşıtlığından bahsediyor olabilir, ancak bu aldatıcı görünüyor. Hayatında yükselmesini sağlayan ve destekçisi olan isimlerin başında yıllarca danışman olarak hizmet verdiği General Antonio Bussi var. Bussi, askeri diktatörlük döneminde valilik yapmış, sonra milletvekilliğine geçmiş birisi. İsimlerden bir diğeri, eski Buenos Aires valisi Daniel Scioli. Scioli’ye ait think tank olan Fundación Acordar’da baş ekonomist olarak çalışmış, ardından Arjantin’de havaalanlarının çoğunu yöneten şirketinde görev almış. Sonuncu isim ise Eduardo Eurnekian, ülkenin en zenginlerinden birisi ve Milei’nin şöhretini kazandığı TV kanalının sahibi.

Zengin sınıfa ve siyasete karşı çıkarken, onlarla elele yürür hali bir çelişki gibi elbette, ama bu ve daha fazla barındırdığı çelişkiye rağmen, halkın onu seçmesi, daha önce Brezilya, ABD, Macaristan gibi ülkelerde başlayan muhafazakarlığın yükselişinin yeni bir adımı. Hatta en cüretkar adımı diyebiliriz.

Çünkü bu rutin dünyada daha önce de tekrarlandı. 1.Dünya Savaşı öncesi ABD’de yaşanan büyük buhran ardından, dünyanın her yerinde muhafazakar görüşlere sahip figürler ortaya çıkmaya başladı. O dönemin figürlerinin çelişkileri de ilginç şekilde günümüz figürlerinde tezahür ediyor gibi. Stalin’in içinde yetiştiği güruhu başa gelince tarihten silme eğilimi, Mussolini’nin sol görüşte tanınan bir isimken, muhafazakarlığın ikonu haline gelmesi, Hitler’in travmatik gençliği, antisosyal yapısı gibi. Lakin bu konular, daha magazin ağırlıklı başka bir yazı için zemin hazırlayacaktır.

Ele alınması gereken konuların başında ekonominin çöküşü vardır. İlk Büyük Buhran gibi, 2. Büyük Buhran olarak adlandırılan 2008 yılındaki küresel finansal krizin aslında en büyük zararı maliyetten çok, dünyanın siyasi iklimini değiştirmesi ile karşımıza çıkmaya başlayacaktı. Çünkü ilk krizde de durum bu olmuştu, ve ikincisinde de olacağının sinyalleri yıllardır vardı.

Sadece “growth” yani büyüme hedefli politikalar beslendikçe, hükümetler ekonomi programlarında dikkatli olmayı bir kenara bıraktılar. İşsizlik bir sorundu elbette, ama enflasyon, tıpkı tedaviyi reddeden bir diyabet hastasının içten içe vücudunu ölüme götürmesi gibi sistemi çökertmeye başlamıştı. Lastiği patlamış bir arabaya yeni lastik takmak yerine, sürekli hava basarak yolda gitmesi için inat eden bir şoför misali, yönetimler inat ettiler. Ve geldiğimiz noktada, o lastikteki yarık, artık lastiği paramparça etti, jant da dağıldı, yürüyen aksam da zarar gördü.

Bu inat içerisinde hali hazırda, iki büyük buhranın da tetikçisi finansal sektörler büyürken, daha riskli yatırımlara hoşgörü arttı. Denetim ise neredeyse yok denecek kadar azdı. Son 5 senede peşpeşe izlediğimiz tüm finansal felaketler de bunun eseri. Bu süreçte faturayı da her yerde halk ödedi. Tüm süreçte herşeyin değeri artarken, hane gelirleri değişim göstermeyince, halk kredilere veya (inanılmaz derecede riskli) mortgage işlemleri ile konut sahibi olmaya yönlendirildi. Kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayılarını gösteren istatistiklere göz gezdirmeniz yeterli. 2008 krizi sonrası ABD’de 9 milyon aile (3 kişiden hesaplarsanız 27 milyon kişi) evsiz kaldı.

Hükümetler krize yanıt vermekte gecikmediler elbette, lakin sorunu çözmek yerine, patlak lastiğe hava basar gibi mali teşvikler ve benzeri enstrümanları kendi kasalarından karşılayarak hareket ettiler. Oysa ki, o kasadaki paraların kaynağı da, zaten gırtlağa kadar borç içindeki halk oldu. Ta ki, 2 sene sonra kasadaki para suyunu çekince tavırları değişti ve ne hikmetse 2010 yılında sözleşmiş gibi kemer sıkma politikalarına döndüler. Kemer sıkma kelimesi dünyanın neresinde olursanız olun, en çok devletin desteğine ihtiyaç duyan kitlelere zarar verir. İşini kaybetmiş, veya borcunu ödeyemez duruma gelmiş kitlelerdir bunlar. Ve bu kişilerin çoğunun hayatları, belki de asla toparlanamayacak şekilde zarar gördü.

İşte bu nokta, her ekonomik buhranda popülizmin avantaj haline geldiği andır. Söylemlerin işe yarayıp yaramayacağını kimse irdelemez, çünkü toplum zaten çözümsüz bir durumdadır ve en saçma şey bile makul derecede inandırıcılık taşıyorsa bir umut ışığı gibi algılanır. Trump ve benzeri olarak adlandırabileceğimiz figürlerin ortaya çıkışı da benzer zamanlarda, benzer söylemlerle olmuştur. “Make America Great Again” gibi içi neredeyse boş bir söylem, meclis bastıracak kitlelere ulaşır, sol görüşlüyüm diyenler Ekmeleddin isminde birisine oy verebilirler, insanlar sürgün edilmiş bir mafya liderinin sosyal medyada paylaşımlarına itibar verebilirler. (Bizde durum diğer ülkelere göre biraz farklıdır, o da başka bir yazı dizisi konusudur.)

Buhran sonrası ortaya çıkan muhafazakar ve milliyetçi akımların söylemleri her daim benzerlik gösterir. Ticareti zorlaştıran önlemler, varlığın korunması (ki aslında iyi bir şeydir), yabancı yatırıma tepki, yerli üretimi ve istihdamı desteklemek, göç karşıtlığı, devlet tarafından denetlenen bir kapitalizm ağırlıklı söylemler, kimi zaman “vatan, millet, Sakarya” kıvamında, kimi zaman da ırkçılığın dibini görecek tavırlarda sunulur.

Küreselleşme karşıtlığı anlaşılabilir bir durumdur, ancak dayandırıldıkları söylemlerin de çözüm sunması için sıkıntılı süreçler geçirilmesi gerekir. Hammadde ve teknoloji gibi kaynaklarda sıkıntı yaşanacak konularda gerileme yaşanması gibi riskleri beraberinde getiren bu söylemlerin genelde düşmanları bellidir. Avrupa Birliği (ki artık bir ayağı çukurda bir yaşlı adamdır), Birleşmiş Milletler (çay günü düzenleyen ev hanımları kıvamındadır), Dünya Ticaret Örgütü ve IMF bunların başında gelir. Çünkü çok seslilik karmaşıktır, ve biat olgusunu temel taşı edinen bir muhafazakar görüş, karmaşıklığı, çok sesliliği ve soru sorulmasını sevmez. Dünyanın her köşesinde otoritenin, internete ve sosyal medyaya kendi görüşleri doğrultusunda kısıtlamalar ve baskılar getirmesinin temel nedenlerinden biri de budur.

Bu trendlerin destek bulması da şaşırtıcı olmamalı. Toparlanamayan bir ekonominin nedenlerinden biri kaynağın yabancı yatırımlara akması olabilir elbette, ama tek nedeni de bu değildir. Yine de, neredeyse her ülkede aynı görünecek bir şekilde, gelir ve servet eşitsizliği artmış, finansal yönden “elit” görünen kitlelerin fütursuzca her dilediğini yapmasına fırsat veren yürütme ve yargı acizlikleri yaşanmıştır.

Ekonomik sıkıntı yaşayan düşük gelirlilerin ve yoksullukla cebelleşen insanların bu tür konuları düşünmelerini beklemek haksızlık olur. Onlar vergi ve oylarını verip, çözüm beklerler. Ve çözümün nasıl olacağını düşünmekle yükümlü tutulamazlar. 2. Dünya Savaşı öncesi Hitler’e oy verenlerin bazılarının “o bize ekmek ve iş vaat etti, ama o dönemde ekmek ve iş cenneti vaat etmek gibiydi” demelerini hatırlatmak isterim. Tıpkı 1930'larda Büyük Buhran sonrası İtalya, İspanya ve Almanya’da otoriter hükümetlerin güçlenmesi gibi, bugün de aynı şablon şaşırtmayacak şekilde ortadadır. İstihdam ve gelir seviyesi artmadığı sürece de, bu muhafazakarlığın yükselişini durdurmanın imkanı yoktur. Dün Bolsonaro, bugün Milei, yarın bir başkası olsun fark etmeyecektir. Avrupa dilediği kadar debelenebilir, ama bu dönemin sonunda İngiltere’nin Brexit hamlesini başka ülkelerde de görebiliriz.

Bu yükseliş sadece Avrupa ile sınırlı değil elbette. ABD’de, Rusya’da, Çin’de, Japonya’da, Güney Kore’de ve Hindistan’da oluşan değişim alenidir. Özetle para bitince huzursuzluk başlar, ve oluşacak kaos, tıpkı Joker filmindeki gibi bir delinin bile bir ülkenin başına geçecek kadar destek bulmasına yol açabilir.

Sonuçta Javier Milei, yani El Loco, bir deli olabilir. Meczup da denebilir. Gülüp geçilecek vasatlıkta bir karakter olarak da görünebilir. Ama şunu unutmayın; Adolf Hitler de Alman hükümetini temsil ettiği bir uluslararası toplantıda insanlara böyle sıradan görünüyordu. Öyle sıradandı ki, İngiliz temsilci, orada çalışan birisi zannedip kendisine paltosunu verip asmasını söylemişti.

--

--

Hakan Özerdem

Gezgin, motosiklet ve bisiklet meraklısı, oğluna sevdalı bekar baba.