Filistin — İsrail Savaşı Nasıl Başladı

Hakan Özerdem
10 min readOct 10, 2023

--

Kronolojik Zaman Çizelgesi ile Hamas — İsrail Olaylarına Bir Bakış

İsrail-Filistin arasında süregelen, belki de tarihin en uzun süren çatışma hali, günümüze dek onbinlerce insanın hayatına mal oldu ve milyonlarca kişiyi mağdur etti. Sürecin geleceği ne olur elbette şimdiden bilmek imkansız, ancak geçmişini bilmeden geleceği hakkında tahminlerde bulunmak da nafile. Bu yazıda İsrail — Filistin savaşının kronolojik bir çizelgesi ile Filistin halkının maruz kaldığı şiddet eylemlerinin bir çizelgesini sunmayı hedefledim.

Palestine 2009. Israel’s Wall in Bethlehem, West Bank. Credit: Montecruz Foto / Flickr

Önce İsrail’in dünya kamuoyunda nasıl göründüğü hakkında kısa bir liste yapalım;

İyi olarak görülmesine yol açan sebepler;
- Hali hazırda işlerliği olan bir demokratik rejim hakimdir.
- LGBT hakları konusunda olumlu yaklaşım sergiler. (!)
- Soğuk savaş döneminde Batı ülkelerinin destekçisi olmuştur.
- Teknoloji, kültür, sanat, finans ve benzeri birçok konuda çoğu ülkeden daha iyi bir altyapıya sahiptir.
- Nüfusunun bir kısmı (özellikle Arap ülkelerindeki Yahudi nüfus) Yahudi karşıtı ayrımcılıklara maruz kalmaktadır.
- İsrail’in sivil nüfusu bazen terörizmin kurbanı olmaktadır lakin bu saldırılar bugüne dek Gazze’den gelen roketlerden ve çok daha önceden Suriye, Gazze ve Ürdün sınırından yapılan saldırılardan ibaret kalmıştır ve bu saldırıların verdiği zararlar görecelidir.
- İsrail ile ilgili birçok ülkenin açıklamaları İsraillilere yönelik etnik temizlik tehditi taşır.

Kötü olarak görülmesine yol açan sebepler;
- Ülke bu topraklara göç eden İsrailliler tarafından kurulmuştur, ancak bunu o topraklarda yerleşik hayat süren toplulukların yerlerinden edilmesi ile yapmışlardır.
- Menachem Begin gibi bazı liderlerinin Batı Dünyasına ve özellikle İngilizlere karşı terörizmi kullandığı bilinen bir gerçektir.
- İlk savaşlarında Birleşmiş Milletler tarafından kendilerine ayrılan topraktan daha fazlasını alarak işgalci durumuna düşmüşlerdir. Her ne kadar çizilen sınırların “uygulanamaz” olduğunu iddia etseler de, bu sadece dayattıkları bir görüşten ibaret kalmıştır.
- Sadece ilk savaşlarından sonra 600bin Filistinliyi sınırdışı etmişler, ve yaşam alanlarına dönmelerini yasaklamışlardır.
- İstemedikleri her türlü cami, kültürel ve tarihi değerler gibi bir çok eseri acımasızca yok etmişlerdir.
- Her ne kadar demaokrasinin işlediği bir ülke gibi görünse de, Yahudi vatandaşları ile Yahudi olmayan vatandaşlarına sundukları haklar tamamen farklıdır.
- Bugüne kadar giriştikleri tüm savaşlarda “kendilerini haklı gösterecek sebepleri olsa dahi” verdikleri zarar, özellikle sivil halka uyguladıkları zulüm gün gibi ortadadır.
- Birleşmiş Milletlerin defalarca kendilerine uyarı niteliği taşıyacak kararlarına rağmen, sorumsuz ve fütursuz denecek bir tavırla toprak işgaline devam etmişler ve bu işgal edilen yerlere yasal olmamasına rağmen yerleşimcilerini sokmaya devam etmişlerdir.
- Arazi, bina ve mal kaybına uğratılan Filistin nüfusu İsrail’in izni olmadan yeni ev, kuyu gibi inşaatlarını yapamamaktadır. İsrail’in uygun görmediği bir durum olduğunda ilgili kişi değil, kolektif sorumluluk adı altında tüm ilgili kişiler cezalandırılır ki bu sayısız kere İsrail devletinin sadece bir suçtan bir mahalleyi yıkma hakkını ortaya çıkarmıştır
- Sıklıkla orantısız güç kullanılır. Sivil halkın, hatta çocukların ölümüne neden olan şiddet olayları yaşanması bir yana, İsrail askerlerinin Filistinlileri hatta çocukları kalkan olarak kullandığı belgeli ispatlı durumlar vardır.
- Ulaşım ve su kaynakları İsrail’in elindedir ve Filistin halkının bu kaynaklara erişimi her daim kısıtlanmaktadır.
- İsrail halkının Filistin halkının kutsal gördüğü yerlere saygısızlıkları ve saldırılarına göz yumulur, üstüne Filistin halkının ibadethanelerine girişleri denetimlidir ve sıklıkla yasaklar uygulanır.
- Bir çok İsrail meclis üyesinin kayıtlara geçmiş ifadelerinde Filistinliler hakkında “etnik temizlik” düşünceleri de aşikardır.

İsrail hakkında belki de en dürüst söylemlerden birini Gideon Levy isminde bir İsrailli gazetecinin Haaretz gazetesindeki bir makalesinde bulabiliriz. İsrail’in kibirinin her şeyin nedeni olduğunu, ve İsraillilerin dilediklerini yapabileceklerini ve bu yaptıkları karşılığında herhangi bir bedel ödemeyeceklerini düşündüklerini söylemekte, durumu şu sözlerle özetlemektedir;

Tutukluyoruz, öldürüyoruz, kötü muamele ediyor, talan ediyor, katliamlar yapan yerleşimcileri koruyoruz. Masum insanları vuruyor, gözlerini oyuyor ve yüzlerini paramparça ediyoruz, yerlerde sürüklüyor, topraklarını gasp ediyor, onları soyuyor, yataklarından kaçırıyoruz ve etnik temizlik yapıyoruz. Acımasızca kuşatmayı sürdürürken hiçbir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam ediyoruz.

Gazze Şeridi etrafında devasa bir barikat inşa ediyoruz; altyapısına 3 milyar şekel (yaklaşık 766 milyon dolar) harcıyoruz ve bu sayede güvende olacağımızı düşünüyoruz. 8200 Biriminin dehasına ve her şeyi bilen (!) Shin Bet ajanlarına güveniyoruz, bizi doğru zamanda uyaracaklarını hayal ediyoruz. Gazze kuşatmasından sonra ordu personelini yarıya indiriyoruz ve kalanları da yerleşimcilerin bayram kutlamalarını güvence altına almak için Huwara kuşatmasına taşıyoruz, ve hiçbir şey olmayacak sanıyoruz. Sonra da, basit bir iş makinesi ile, dünyanın en karmaşık ve pahalı engellerinin bile kolayca kırılabileceği ortaya çıkıyor.

İsrail’in Gazze’yi birkaç çalışma izni ve ruhsatı vererek kontrol edebileceğine inanıyoruz, ancak bunun “okyanusta bir damla” olduğunu ve her zaman bize sadık olanın kollandığını gözardı ediyoruz. Gazze Şeridindeki 2.3 milyon Filistinlinin büyük bir çoğunluğunun yoksulluk içinde yaşadığını, Birleşmiş Milletlerin 2021 verilerine göre, Gazze’de yaşayanların %81.5'inin, (bunların %71'i Filistin mültecisi), ulusal yoksulluk sınırının altında yaşadığını, %64'ünün açlık sınırının altında olduğunu umursamıyoruz.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile koalisyon ve bariş anlaşmaları peşinde koşarken, bizimle birlikte yaşayan Filistinlilerin tarihten silinmelerini destekliyoruz. Ve İsrail, 1948'den bu yana, durmaksızın Gazze’yi cezalandırıyor, belki de 75 senelik zulmün en beterini yaşayacak Gazze. Ancak bu tehditler bize sadece tek bir şeyi kanıtlar. İsrail, hiçbir şey öğrenmemiş. Belli ki halkı bu denli ağır bir bedel ödediğinde bile devlet bu kibirinden vazgeçmeyecek.

Dönelim konumuza, bu bahsi geçen kibirin bu denli palazlanmasının sebeplerini anlayabilmemiz için 1917 yılından itibaren neler olduğunu inceleyelim.

Balfour Deklarasyonu nedir?
2 Kasım 1917 yılında, İngiltere dışişleri bakanı Arthur Balfour, İngiliz Yahudi Cemaatinin liderlerinden biri olan Lionel Walter Rothschild’e bir mektup gönderir. Sadece 67 kelimeden ibaret bu mektupta, Yahudi halk için Filistin’de bir alan ayrılması ve bu amacın gerçekleşmesi için gerekli kolaylıkların sağlanması konusunda İngiliz hükümetinin sorumluluğu belirtilmekteydi. Özetle İngiltere, %90 nüfusu Filistinli Arap yerlilerden oluşan bir yerde, Yahudi halkının vaat edilmiş topraklarını temin edeceğini belirtiyordu.

1923 yılında bir İngiliz Mandası oluşturuldu. 1943'e kadar süren bu dönemde İngilizler, Avrupa’daki Yahudi karşıtlığı ve sonunda Nazizme ulaşan durumlarla birlikte Yahudi göçüne destek verdiler. Sıklıkla protestolar ve grevlerle karşılaştılar çünkü Filistinliler ülkenin değişen demografisinden, ve İngilizlerin topraklarını Yahudi yerleşimcilere devretmesinden endişe duyuyorlardı. Ve bu endişelerinde haksız değillerdi.

1930'ların ortasında gerginlikler iyice artmaya başlamıştı. Ve sonunda 1936 yılından 1939 yılına kadar sürecek olan Arap İsyanına yol açtı. 1936 yılında, henüz yeni kurulmuş olan Arap Milli Komitesi, İngiliz sömürgeciliği ve artan Yahudi göçünü protesto etmek için şu uygulamaları hayata geçirdi. “Genel grev”, vergi ödemelerini durdurma” ve “Yahudi ürünlerini boykot etme”. Peki ne oldu dersiniz? 6 aylık süreçte İngilizlerin orantısız şiddetine maruz kaldılar. Kitlesel tutuklama kampanyaları başlatıldı ve İngilizler suçlu ilan ettiklerinin evlerini yıkma cezaları verdi. İsrail’in halen devam ettirdiği bu uygulamaların eğitmeninin İngilizler olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

1937 yılının sonlarına gelindiğinde İkinci Arap İsyanı başladı, Filistinlilerin köylerinde başlayan direniş hareketi, İngiliz güçlerini ve sömürgeciliği hedef almaktaydı. 1939'un ortalarında İngiltere, Filistinde 30bin civarı asker konuşlandırmıştı, köylere hava saldırıları düzenlendi, sokağa çıkma yasakları ilan edildi, sonrasında da Filistinlilerin evlerinin yıkılması, idari gözaltılar, ve sokak ortasında infazlar…

Aynı dönemde İngilizler Yahudi yerleşimci topluluğu araında silahlı gruplar kurmaya başladı, ve Yahudi çetelerinden oluşan, İngiliz ordusu komutasındaki özel saldırı birimleri oluşturuldu. Yişuv’da, İsrail devletinin kurulmasından önce İngiliz silahları temin edilmeye başlandı, ve Haganah isimli Yahudi paramiliter örgüt desteklendi, o kadar ki, silah fabrikaları kuruldu ve Haganah zaman içinde günümüz İsrail ordusunun temeltaşı olarak tarihte yerini aldı. Bu bahsi geçen 3 yılda “resmi kayıtlara göre” 5000'den fazla Filistinli öldürüldü, 15 ile 20bin arası yaralanma vakası kayda geçti ve 5500–6000 arası sayıda kişi hapse atıldı.

1947 yılına gelindiğinde İngiltere çeşitli sebeplerden ötürü sorumluluğu Birleşmiş Milletlere bırakmak istiyordu. O dönemde Yahudi nüfusu Filistinde yaşayan halkın %33'ünü oluşturuyordu, ancak toprakların %6'sına sahipti. Birleşmiş Milletler 181. Karar ile Filistin’in Arap ve Yahudi devletlerine bölünmesine hükmetti. Filistin halkı planı reddetti, çünkü Yahudi devletine ayrılan alan, verimli sahil bölgesini de dahil olmak üzere tüm toprakların %55'den fazlasını oluşturuyordu. Yani tarihi Filistin’in %94'üne sahip ve nüfusun %67'sine sahip Filistinli Araplara %45 civarı verimsiz topraklar layık görülürken, Yahudilere gayet büyük bir kıyak geçiliyordu.

Nakba Nedir?
1948 yılında geldiğimizde Filistin tarihinin belki de en karanlık dönemi NAKBA yaşandı. 14 Mayıs 1948 yılında İngiliz Manda yönetimi bitecekti, ve hali hazırda Siyonist paramiliter çeteler yeni kurulacak Siyonist devletin sınırlarını genişletmek için Filistin köy ve kasabalarına saldırmaya başlamıştı bile. Nisan ayında Kudüs’ün dışındaki Deir Yassin köyünde 100'den fazla Filistinli, kadın, çocuk ayırt edilmeden katledildi ve bu sadece başlangıçtı. Filistinlilerin Nakba yani felaket olarak tarihlerine geçen 2 yıllık süreçte 500'den fazla Filistin yerleşimi yerle bir edildi, kayıtlara göre tahminen (!) 15bin Filistinli katledildi, ve %55'le yetinmeyen İsrail, Filistin’in %78'ini ele geçirdi, 750binden fazla Filistinli sürgün edildi. Kalan %22 ise işgal altındaki Batı Şeria ve kuşatılmış Gazze Şeridi olarak bölündü. Bugün sürgün edilenlerin soyundan gelenlerin tahminen 6 milyon kişi olduğu söylenmekte, ve bu insanlar Filistin dışında, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır gibi komşu ülkelerde mülteci olarak yaşıyorlar.

Tüm bunların üstüne “şanlı” zaferlerini kutlarcasına 15 Mayıs 1948 yılında kuruluşunu ilan eden İsrail, ertesi gün ilk Arap savaşına girişti. Daha doğmadan oluk oluk kan döken bir halkın kurduğu ülkenin de ilk icraati Araplarla savaş oldu. Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Filistinli mültecilerin topraklarına dönme hakkını içeren 194 sayılı kararı ilan etti. Ocak 1949'da ise İsrail, Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan ile ateşkes ilan etti. Nakba sonrasında yeni oluşturulan İsrail devletinde 150–200bin civarı Filistinliye İsrail vatandaşlığı verildi. Bu süreçte Mısır Gazze Şeridini ele geçirdi, Ürdün ise Batı Şeria üzerinde idari yönetime başladı.

1964 yılında FKÖ, Filistin Kurtuluş Örgütü, bir yıl sonrasında da El-Fetih siyasi örgütü kuruldu.

Naksa ve Altı Gün Savaşı
İsrail, Arap ordularının kurduğu koalisyona karşı 5 Haziran 1967'de açtığı savaşta Filistin’in geri kalan bölgelerini, Doğu Kudüs’ü, Batı Şeria’yı, Suriye’nin Golan Tepelerini, Mısır’ın Sina Yarımadasını ve Gazze Şeridini 6 günde işgal etti. Filistinliler için bu, ikinci bir sürgün haliydi ve “gerileme” anlamındaki Naksa olarak hatırlanan süreçtir.

1967 yılının Aralık ayında, Filistin Kurtuluş Halk Cephesi kuruldu. Marksist-Leninist bir anlayışı benimseyen bu yapının içerisindeki solcu grupların gerçekleştirdiği saldırılar ve uçak kaçırma eylemleri ile Filistinlilerin gördüğü eziyete dikkat çekilmeye çalışılsa da, İsrail gerek Batı ülkelerindeki siyasi ilişkileri, gerekse de medyada çizdiği profil ile mağdur olarak göründü.

İşgal edilmiş olan Batı Şeria ve Gazze Şeridinde yerleşim yerlerinin inşasına başlayan İsrail, ikiye ayrılmış bir sosyal düzen oluşturdu. Yahudi yerleşimciler İsrail vatandaşı olmanın tüm haklarına sahipken, Filistinliler askeri işgal altında herhangi bir siyasi veya sivil ifade özgürlüğüne sahip olmadan yaşayacaklardı.

1. İntifada
1987–1993 yılları arasında bir İsrail kamyonunun, Filistinli işçileri taşıyan 2 minibüse çarparak, 4 Filistinlinin ölümüne yol açması ile patlak veren olaylarda, ilk Filistin İntifadası başladı. Önce genç Filistinlilerin İsrail askerlerine ve tanklarına taş atması ile başlayan eylemler, Batı Şeria’da hızla yayılırken, Müslüman Kardeşlerin bir kolu olarak Hamas hareketinin kurulmasına da zemin hazırladı. Hamas, İsrail işgaline karşı silahlı direniş eylemleri gerçekleştirmeye başladı.

O dönemde, Savunma Bakanı Yitzhak Rabin liderliğindeki, “Kemiklerini Kırın” sloganı ile sürdürülen politika doğrultusunda İsrail ordusu orantısız şiddet ile karşılık verdi. Bu politikayı kısaca özetlemek gerekirse, silahlı infazlar, üniversitelerin kapatılması, aktivistlerin sınır dışı edilmesi ve evlerin tahrip edilmesi gibi uygulamaları içeriyordu.

İntifada genellikle gençlerin dahil olduğu bir hareketti, İsrail işgaline son vererek, Filistin bağımsızlığını hedefliyordu ve çeşitli fraksiyonlardan oluşuyordu. Bu fraksiyonlar al-Qiyada al Muwhhada (Birleşmiş Milli İsyan Liderliği) tarafından idare ediliyordu. İntifada, halk eylemleri, kitlesel protestolar, sivil itaatsizlik, iyi organize edilmiş grevler ve topluluk dayanışmasıyla tanınır hale gelmişti. 1988 yılında Arap Birliği, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü Filistin halkının tek temsilcisi olarak kabul etti. İntifada sayesinde Filistin halkı, çok ağır bedeller ödeme pahasına, belki de ilk kez uluslararası platformda, çatışma ortamının sona erdirilmesi konusunda bir arayışa girilmesine sebep oluyordu. Ağır bedel konusunu İsrailli insan hakları örgütü B’Tselem’in kayıtlarından belirtmek gerekirse, İntifada döneminde İsrail tarafından 237'si çocuk 1.070 Filistinli katledildi. 175.000'den fazla Filistinli gözaltına alındı.

Oslo Yılları ve Filistin Yönetimi
1993 yılında Oslo Anlaşmalarının imzalanması ve Filistin Yönetiminin oluşumu ile İntifada sona erdi. Filistin Yönetimi, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze Şeridinin sınırlı özerk yönetimine sahipti. Filistin Kurtuluş Örgütü anlaşmalar doğrultusunda iki devletli çözümü benimseyerek İsrail’i resmen tanıdı ve fiilen Barı Şeria’nın %60'ı ile, toprak ve su kaynaklarının büyük bölümünün kontrolünü İsrail’e teslim etti.

Filistin Yönetiminin yapılan anlaşmalara göre Batı Şeria ve Gazze Şeridinde bağımsız bir devlet yönetmek üzere ilk seçilmiş Filistin hükümetini kurması gerekiyordu, bu devletin başkenti Doğu Kudüs olacaktı, fakat bu hiçbir zaman hayata geçmedi. Bu yönetime yapılan eleştiriler, İsrail işgaliyle işbirliği yaptığı, İsrail’e karşı muhalefeti ve siyasi faaliyetleri durdurmak üzere İsrail ordusunun taşeronu olacak kadar yozlaştığı yönünde olmuştur.

Tüm bu sürecin sonunda İsrail 1995 yılında Gazze Şeridi etrafında elektronik bir çit ve beton bir duvar örerek, bölünmüş Filistin bölgeleri arasındaki her tür irtibatı kesmiştir.

2. İntifada
İkinci İntifada, Likud muhalefet lideri Ariel Sharon’un binlerce güvenlik görevlisi eşliğinde Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya yaptığı provokatif bir ziyarete tepki olarak 28 Eylül 2000 tarihinde başladı. Mescid-i Aksa alanında çıkan çatışmalarda iki gün sonunda beş Filistinli öldü ve 200 Filistinli yaralandı. Bu olay büyük ölçekli bir isyanın ateşleyicisi oldu. 2. İntifada süresince, İsrail, Filistin halkına ekonomik ve yaşam hakları konusunda eşi görülmemiş saldırılarda bulundu. İsrail, ta İngilizlerden kalma öğretilerini, her zamanki acımasızlıkla uygulayarak, Filistin Yönetimi tarafındaki bölgeleri yeniden işgal etti ve Filistinlilerin geçim kaynaklarını ve sosyal bağlarını neredeyse yok edecek eden bir ayrım duvarının inşaatına başladı. Uluslararası hukuka göre yasadışı olmasına rağmen, bilinçli ve kasıtlı olarak yüz binlerce Yahudi yerleşimci, Filistinlilerden işgal adı altında (ç)alınan topraklar üzerine kurulmuş kolonilere (!) yerleştirildi. Filistinliler için yaşam alanlarını yok etmeyi planlayan bu tavır, işgal altındaki Batı Şeria’yı parçalayarak Filistin şehirlerini ve kasabalarını öyle bir böldü ki, bu tavrın aynısını, Güney Afrika’da ırkçı rejiminin yarattığı izole edilmiş “bantustan” olarak anılan yerleşkeleri incelerseniz görebilirsiniz.

Filistin’in bölünmesi ve Gazze şeridi ablukasının bir gün sonrası Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat öldü, 1 sene sonrasında da 2. İntifada sona erdi. Süreç içinde bir kısım İsrail yerleşimcisi ve İsrail askeri Gazze Şeridinden geri çekildi. Sonraki süreçte Filistinliler “ilk kez” genel seçimlerde oy kullandı. Seçimlerin sonucunda kazanan Hamas oldu, fakat bu sefer de El-Fetih ile Hamas arasında çıkan iç savaş aylarca sürdü. Savaşı sonunda El Fetih, Gazze Şeridinden çıkmak zorunda kaldı, buna karşılık Batı Şeria’nın bazı bölgelerinin kontrolünü tekrar eline geçirdi. 2007 yılında İsrail, Hamas’ı terörist oluşum olarak ilan ederken, Gazze Şeridine kara, hava ve deniz ablukasına başladı.

Gazze Şeridi’ndeki savaşlar
İsrail’in, Gazze’ye uzun süreli düzenlediği dört askeri saldırı oldukça yıkıcı etkilere yol açmıştır. 2008, 2012, 2014 ve 2021'de gerçekleştirilen bu saldırılarda birçok çocuk da dahil olmak üzere binlerce Filistinli katledilmiştir ve on binlerce ev, okul ve ofis binası yıkılmıştır. 2008 yılındaki saldırıda uluslararası anlaşmalarla yasaklı olan “fosfor gazı” gibi uygulamaları kullanmaktan çekinmeyen İsrail, 2014 yılında 50 gün içinde resmi rakamlara göre 2100'den fazla Filistinliyi katletmiştir. Katledilenlerin 1462'si sivil vatandaştır ve yaklaşık 500'ü çocuktur. 2014 yılında İsrailin “Koruyucu Hat Operasyonu” olarak adlandırdığı saldırıda, resmi rakamlara göre 20bin bina yıkıldı, 11bin Filistinli yaralandı, bir tankın, bir çocuğu hedef aldığı Fransız televizyonunda haber oldu, insan haklarına, savaşın acımasızlığı içindeki kurallara uymayı düşünmeyen İsrail ordusu resmi rakamların çeliştiği, ancak binlerce kişiden oluşan bir listeyi oluşturacak kadar Filistinlinin ölümüne yol açtığı bilinen gerçeklerdir.

Kişisel Notlar:
- Bu yazı, tarafsız bir şekilde, Filistin ve İsrail arasında yaşanan tarihi süreçlerin bir özetini anlatmak amacıyla yazılmıştır.
- Yazının mümkün olduğunca kısa tutulması adına, en belirgin olaylar, özet halinde anlatılmıştır, bu olaylarla ilgili detaylı bilgilere çeşitli kaynaklardan ulaşmak mümkündür.
- Özet halindeki bu yazıda, eksiklerin, bazı terminolojik kullanımların düzeltilmesi gerekebilir, amaç akademik bir makale olmak değil, mümkün olduğu kadar sade ve kısa bir şekilde okuyucuyu bilgilendirmektir.
- Yazıda herhangi bir halka, kavime, ve inanışa karşı bir görüş bulunmamaktadır. İsrail olarak belirtilen, halk değil, devlettir, sivillerin öldürülmesi hangi milletten olursa olsun, asla onaylamayacağım bir durumdur.
- Yazıda herhangi bir siyasi görüş, dini anlayış ile ilgili bir yaklaşım sergilenmemektedir. Okuyucuya tamamen tarafsız bir gözle “neler olduğunu” anlatmak amaçlanmıştır.
- Kişisel olarak okuyanlara Mor ve Ötesi’nin Nakba isimli şarkısına yapılan şu videoyu izlemelerini tavsiye ederim.

https://www.youtube.com/watch?v=eU1x8WwY2sw

--

--

Hakan Özerdem

Gezgin, motosiklet ve bisiklet meraklısı, oğluna sevdalı bekar baba.